Doğu Asya tarihinde iki hâkim güç ön plana çıkar: Çin ve Japonya. Etraflarındaki ülkeleri doğrudan ve dolaylı olarak yöneten ve tabileri üzerinde kültürel nüfuz kuran bu iki büyük güç arasındaki ilişkiler, iki dünya savaşı arasında bambaşka bir boyuta ulaştı. Bölgenin süper gücü ve beynelmilel bir imparatorluk olmak isteyen Japonya, emellerine ulaşmak için Çin’i kontrol altına almalıydı. Ancak bunu yaparken Çin’deki iç dinamikleri, Batı ülkelerinin tepkilerini ve dönemin siyasi konjonktürünü de hesaba katmak zorundaydı. Hedefine ulaşabilmek için saldırgan bir politika izleyen, 1931 Mançurya Olayı, 1937 Çin-Japon Savaşı, 1937 Nankin Katliamı gibi olaylara imza atan Japonya’nın, savaş sonrası dönemde bu kötü imajını silmesi ve Çin’le ilişkilerini düzeltmesi hiç kolay görünmüyordu. Çünkü Çinlilere yaşatılan tarihî travmalar, münasebetleri bir adım daha ileri götürmek isteyen siyasetçilerin elini kolunu bağlıyordu.
Tüm bu süreci dönem kaynaklarından ortaya çıkaran Sinan Levent, Ejderha & Krizantem: Çin-Japon Siyasi İlişkileri (1894-2006) adlı eserinde, Japonya ile Çin arasındaki siyasi münasebetlere yeni bir yaklaşım getiriyor. Dahası, iki devlet arasındaki kültürel etkileşimler ve zihinlere kazınan düşman imgesi üzerinden ilgi çekici bir anlatı sunuyor.