Yazarlar

"Tarih bir anlamda halkların kutsal kitabıdır"
M.İ. Karamzin

Ebu Reyhan El- Biruni

Batı dillerinde Alberuni veya Üstad Aliboron şeklinde geçen, Türk ve İslam dünyasında kısa adıyla “Birûnî” olarak bilinen Ebû Reyhan Muhammed b. Ahmed el-Birûnî, Eylül 973 yılında Batı Harezm’in başkenti Kat şehrine bağlı bir köyünde veya bizzat başkentin bir kenar mahallesinde, muhtemelen fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Birûnî’nin hayatı hakkında esasen bildiklerimiz çok fazla değildir. İsmine baktığımızda babasının Ahmed adında birisi olduğu anlaşılıyor. Annesinin adı ve kimliği ise belli değil. Babasının ne iş yaptığı da bilinmiyor. Bir tacir veya bir çiftçi yahut bir devlet memuru olma ihtimali yüksek. Ama Birûnî yıllar sonra yazdığı bir şiirinde “Babamı tanımadım ki, dedemin kim olduğunu bileyim” dediğine göre, babası ya Birûnî’nin doğumundan kısa süre sonra ölmüş veya henüz doğmadan önce ölmüştür. Çünkü bazı kaynaklarda anasının çölden “saksavul” ağacı toplayıp satarak oğlunu büyüttüğünden söz edilmektedir. Birûnî’nin ilk eğitimini nasıl ve kimlerden aldığı konusunda hiçbir kayıt yok. İlk hocasının adı bilinmeyen bir Hıristiyan olduğu şeklindeki kayıttan, - çünkü daha sonraki Hıristiyan hocasının adı bilinmektedir, - o kişinin Birûnî’ye okuma yazma öğreten kişi olduğu sonucu çıkarılabilir. Bununla birlikte kimi kayıtlarda astronom ve matematikçi Ebû Nasr el-Mansur’dan ve Hıristiyan İsa b. Yahya el-Mesihî’den ders aldığı belirtilmektedir. Fakat bugünkü dille ifade edecek olursak “bir ansiklopedist” olan Birûnî’nin derya gibi bilgileri yalnızca iki hocadan iktisap ettiğini düşünmek yanlış olur. Birûnî 22 yaşına bastığı sıralarda Batı Harezm Doğu Harezm’in saldırısına uğramış ve Batı Harezm hanedanının varlığı ortadan kalkmıştır ki, Birûnî’nin korkulu, endişeli ve çileli günlerinin de başlangıcı olmuştur. Çünkü bir hanedanı ortadan kaldıran rakip hanedanın yapacağı ilk iş, saray ehlini ve sarayla iç içe olanları ortadan kaldırmaktı. Böylece Harezm’i terk eden Birûnî, bir süre gizlenmek zorunda kalmış, kendisine yeni bir yurt aramaya başlamış; bir ara şansını Tahran civarındaki Rey şehrinde Büveyhîler yanında denemeye kalkışmış, ama onlarla beyhude vakit geçirdiğini anlaması uzun sürmemiştir. Çünkü Büveyhîler dağlı bir hanedan olarak ilme ve ilim adamlarına değer verecek kabiliyette insanlar değillerdi. Bu yüzden Birûnî, fazla vakit kaybetmeden Curcan’da Şemsü’l-Meâlî Kâbûs b. Veşmgir’e sığınmış ve yaklaşık altı yılını onun sarayında geçirmiştir. Bazıları eserlerinin ilki olan “El-Âsâr el-Bâqıye”yi yani elinizdeki eserini burada yazıp Veşmgir’e ithaf ettiğini söylerlerse de bu doğru değildir. Çünkü hiçbir yazar aylar veya yıllar sonra kaleme alacağı eserlere atıfta bulunamaz. Halbuki Birûnî bu eserinde “bu konuda daha önce filan kitabımızda bilgi vermiştik” veya “bu konuda benim filan eserime bakılabilir” diyerek sekiz eserinin ismini vermektedir ki, bundan da El-Âsâr el-Bâqıye”nin onun dokuzuncu eseri olduğu anlaşılmaktadır. Hatta belki on beşinci veya yirminci eseri idi. Bunu bilmek mümkün değil. Çünkü kendisi eserlerinin listeni verdiği mektubunda “Şunu da bilmen gerekir ki, saydığım kitapların dışında gençlik dönemimde yazdığım, ama daha sonra daha geniş bilgi sahibi olduğum eserlerim de vardır. Onları asla atmadım ve küçümsemedim. Çünkü onların tamamı benim çocuklarımdır. İnsanların büyük bir çoğunluğu kendi çocuklarının ve aile efradının meftunudur” demektedir ki, bundan elinizdeki eserde adlarını zikrettiklerinin dışında zikretmeye gerek görmediği bazı eser ve risalelerin “El-Âsâr el-Baqıye”den önce yazılmış olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Birûnî, Kâbûs’un Büveyhîlerin saldırısı sonucu tahtını terk edip Sâmânîlere sığınması üzerine, henüz 30 yaşındayken 1003 veya 1004 yılları arasında tekrar Harezm’e dönmüş ve Harezmşah Memun b. Memun’un açtığı medresede ders vermeye başlamıştır. Şeyhurreis İbni Sina ve meşhur Arap tarihçisi İbni Miskaveyh de aynı medresede ders vermekteydi. İşte Birûnî’nin yaşça kendisinden küçük olan İbni Sina’yla tanışması da bu vesileyle olmuştur. Birûnî, Harezm’in Gazne sultanı Mahmud tarafından 1017 tarihinde fethine kadar Harezmşah’ın himayesinde kalmıştır. Birçok kaynakta onun hayatını yalnızca ilimle uğraşarak geçirdiği söylenirse de, bu doğru değildir. Birûnî, Me’mun b. Me’mun öldürülünceye kadar devlet işleriyle uğraşmış, ona danışmanlık yapmış, saltanat entrikalarına şahit olmuştur. Nitekim kendisi “El-Müsamere fî Ahbâr Havarizm” adlı eserinde buna işaret etmekte “Ama vatanımda devlet işlerine karışmak zorunda kaldım. Bunun için budalalar beni kıskanırken, bilgeler halime acıdı” demektedir. Birûnî’nin sözü edilen bu eseri, daha sonra Ebu’l Fazl el-Beyhakî tarafından meşhur eserinde Harezmşahları anlatırken faydalandığı yegane kaynaktı. Bazı kaynaklarda Birûnî’nin Harezm’in Gazneliler tarafından fethinden sonra Hindistan’a gidip yaklaşık on yılını orada geçirdiği, döndükten sonra Sultan Mahmud tarafından Gazne’de alıkonulduğu ve 44 yaşında Gazne sarayının hizmetine girdiği belirtilmekte ise de, bu doğru değildir. Çünkü Birûnî’nin Hindistan hakkında yazdığı eserlerin telif tarihiyle örtüşmemektedir. Gazneli Mahmud tarafından Hindistan’a düzenlenen seferler sırasında maiyette götürülüp tercüman olarak kullanıldığını göz önünde tutarsak, onun Gazne sarayının hizmetine girmesinden daha doğrusu girmek zorunda bırakılmasından önce Sanskritçeyi öğrenmiş olduğunu varsaymamız gerekiyor. Gönülsüz de olsa Gazneli Mahmud’un himayesine girmesi, Birûnî’nin hayatında yeni bir sayfanın açılması demekti. Çünkü önünde büyük bir kapı açılmıştı. Sultan Mahmud, kendisi cahil bir hükümdar olmakla birlikte, âlimlerin ve şairlerin kadrini ölçebilen bir kişiydi. Zaten geleceğin hükümdarı veliaht Şehzâde Mesud’un eğitimini de Birûnî’ye havale etmişti. Nitekim daha sonra Sultan Mesud ve oğlu Mevdud Birûnî’ye saygıda kusur göstermeyeceklerdi. Birûnî, Karahanlıları pek sevmezdi; Gazneli Mahmud’u yani Gaznelileri de pek sevdiği söylenemez. Çünkü hem Karahanlılar ve hem de Gazneliler aslen Türklerin Karluk boyundandı. Bu dahi onun Peçenek veya Oğuzlardan olduğu konusunda bir karine teşkil edebilir. Öyle veya böyle, Birûnî, Gaznelilerin himayesine girdiği tarihten itibaren istikrarlı bir hayata kavuşmuş, eserlerinin çok büyük bir kısmını onların saltanatı döneminde yazmış; madenlerin özgül ağırlıklarının bulunmasıyla ilgili keşfini onlar zamanında gerçekleştirmiş; rasathanesini onlar döneminde geliştirmiş ve ekonomik yönden bir sıkıntı çekmediği gibi, kaynak yani ilmi eserler temin etme konusunda da bir zorluk yaşamamıştır. Birûnî’nin bilim adamları ve halk arasındaki lâkabı “üstad”dı. Fakat onun Gaznelilerin himayesine girdiği dönemlerde, doğduğu Afşane köyünü yakıp kül ettiği, kütüphanesini ateşe verdiği için Gazneli Mahmud’a düşmanlık besleyen ve onun davetine icabet etmemek için köşe bucak kaçıp saklanan, “Şeyhurreis” lâkaplı İbni Sina ile Harezm’in Gaznelilerin eline düşüşüyle birlikte yolları ayrılmış, ama mektuplaşarak haberleşmeyi sürdürmüş, ilmi münazaralarını mektup teatisiyle devam ettirmişlerdir. Üstad’ın ölüm tarihi konusunda bazı ihtilaflar var ise de, 79 veya 81 yaşındayken, Gazneli Devleti’nin son nefesini vermek üzere olduğu günlerde dünya ile vedalaştığı bilinmektedir. Ama ölüm tarihi kesinlikle Gazneli Mahmud’dan sonradır. ​ Birûnî mi, Beyrûnî mi? Dilimizde yaygın biçimde Birûnî şeklinde yazılan bu ismin doğrusunun Beyrûnî olduğu ileri sürülmekte, buna delil olarak da Z. V. Togan tarafından bulunup tanıtılan Tahdid Nihâyâti’l Emâkin (Coğrafi Sınırların Tespiti) adlı elyazması eserin başında kelimenin “Beyrûnî” şeklinde harekelendiği belirtilmektedir.[12]Yine Aydın Sayılı’nın kaydına göre eser Birûnî’nin henüz hayatta olduğu yıllarda istinsah edilmiştir ve muhtemelen Birûnî’nin kendi hattı değildir. Birûn sözcüğünün o yıllarda beyrûn şeklinde telaffuz edildiği de ileri sürülmektedir ki, imkan haricinde değildir. Yakut el-Hamevî, Mûcem el-Udebâ adlı eserinde şöyle der: “Onun adı Muhammed b. Ahmed Ebu’r-Reyhan el-Beyrûnî el-Havarizmî’dir. Beyrûnî demek “berranî” (dışarıdaki) demektir. Çünkü ‘beyrûn’un Farsçadaki anlamı budur. Bazı ileri gelenlere Birûnî’yi sorduğumda “Onun Havarizm’de çok az kaldığını, Havarizm halkının gurbete gidenlere, gariplere ‘beyrûnî’ dediğini” anlattılar. Ama sanıyorum şehir dışında yaşayanlardan olduğu için böyle denilmiştir.” Birûnî’nin eserleri ve dili Bildiğimiz kadarıyla Birûnî tüm eserlerini Arapça yazmış, bunlardan yalnız bir tanesini “Kitabu’t-tefhim”i bizzat kendisi Farsçaya çevirmiştir. Yazarın eserlerine geçmeden önce, kullandığı Arapça üzerinde biraz durmak gerekir. Elinizdeki kitabın âcizâne çevirmeni olarak Birûnî’nin El-Kanûn el-Mesudî, el-Âsâr el-Bâqıye veKitab Mâ Li’l-Hind’i orijinallerinden, İndia ve Kitabu’t-tefhim’i ise - elimde olmadığı için, - Rusça ve İngilizce çevirilerinden dikkatli bir şekilde inceledim. Evet, Birûnî’nin Arapçası akıcı ve tannan bir Arapça değil. Bununla birlikte El-Âsâr el-Bâqiye’sinde kullandığı dil ile yıllar sonra yazdığı El-Kanûn el-Mesudî’de kullandığı dil arasında bariz farklar vardır ve iyiye doğru bir gelişme gözlenmektedir. Başta Z. V. Togan olmak üzere birçoklarının ifade ettiği üzere, Birûnî’nin kullandığı dildeki “garaibat” eserlerinin zevkle okunmasını engellediği gibi, kişiyi pek çok cümleyi birkaç kez okumak, bazen üzerinde derin derin düşünmek, bazen “hele biraz daha okuyayım, belki aşağı kısımlarda ne demek istediğini daha iyi anlarım” demek zorunda bırakmaktadır. Birûnî’nin eserlerine gelince, yapılan tespitlere göre irili ufaklı 180 eser kaleme almış ve 13 000 sayfa (o da asgari olarak) yazmıştır ki, ilk eserini - tahminen - 25 yaşında yazdığını var sayar ve 81 yaşında vefat ettiğini göz önünde bulundurursak, her gün ortalama iki varak yazı yazdığı ortaya çıkacaktır. Birûnî, hiç evlenmemiş, hayatını bekar olarak tamamlamış; “elinden kalem hiç düşmemiş, başını kitap okumaktan hiç kaldırmamış ve dışarıya yılda sadece iki kez, biri Nevruz’da, diğeri Mihrecan şenliğinde, ihsan elde etmek ve mürekkep almak için çıkmıştır.” Ne yazık ki “üstad”ın yazdığı kitaplardan çok ama çok büyük bir kısmı günümüze yetip gelmemiştir. Bugüne kadar bulunabilenlerin sayısı 20 kadardır. Geriye kalanları ya zayi olmuştur, ya da bilmem hangi kütüphanenin tozlu raflarında kendilerini keşfedip gün ışığına çıkartacak ilim ehlinin himmetli gayretlerini beklemektedir. Bulunan eserlerin de tamamı tahkik edilip yayınlanmış değildir. Üstadın eserleri, konuları itibariyle değişik meseleleri ele almakla birlikte, ancak seçkin (elit) tabakaya hitap eden eserler olduğu için, avam arasında pek rağbet görmemiştir. Zamanının ordinaryus profesörü durumundaki bir kişinin sıradan insanlar için eser yazması veya sıradan insanların da onun yazdıklarını anlamaları zaten düşünülemezdi. “Yazdığı kitapların bazılarının bir çok hesaplar ve büyük emekler sonucunda tertiplenmiş cetvelleri ve kendi zamanında bile ulaşılması güç ayrıntılı yöresel bilgileri ihtiva etmesine karşılık, eserlerinin bir kısmı da Çin porseleninden Germenlerde demirciliğe kadar, yahut da Musevilerle Hintliler ve Soğdlular gibi bir çok kavimlerin takvimleri ve kutsal günleriyle bayramları, ya da çeşitli dil ve mahalli lehçelerde özel konulara ilişkin olarak kullanılan terimler gibi mütenevvi konuları ve olgu bilgilerini kapsamaktadır.” Birûnî’nin eserlerinde verdiği bilgilerden, onun çeşitli bilim dallarında ileri derecede bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor. Buna göre Birûnî’yi bir “filozof, matematikçi, astronom, fizikçi, jeolog, coğrafyacı, tarihçi, farmakolog ve edebiyatçı” kişiliği ile ön plana çıkarabiliriz. bu yönü üzerinde hiç durmayacağız. Birûnî’nin eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla bizzat gezip dolaştığı yerler Hindistan’ın bazı bölgeleri, Harezm, Afganistan, Taberistan ve Hazar’ın sahilinin belli yerleridir. Onun dışındaki bölgeler örneğin Avrupa ve o sıralar Asya’nın çok az tanınan yerleri, Malaya ve Cava yöreleri, keza Afrika, Okyanus ötesi ülkeler vs. ile ilgili aktardığı bilgilerin ya mesâlik ve memâlik eserlerine, ya da seyyahların, tacirlerin ve saraya gelen yabancı diplomatik heyetlerin anlattıklarına dayalı olduğunu; bunlarda yanılma payının veya yanlış bilgi aktarımının da söz konusu olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Bununla birlikte Birûnî’nin bizzat gezip gördüğü yerlerin ve ana kucağı olan Harezm’in coğrafyası hakkında verdiği bilgiler son derece sağlam ve güvenilir bilgilerdir. Örneğin “Birûnî Ceyhun nehrinin yatağının değişmiş olduğunu Yunan kaynaklarından ve özellikle Batlamyos’tan derlediği bilgileri kendi çağındaki durumla karşılaştırarak tespit etmiştir. “Beyrûnî’nin El-Asâru’l-Bâkiye’siyle Hindistan üzerine kaleme aldığı kitabı, eskimeyen ve değerlerini kaybetmeyen birer kaynak niteliğindedir. Hindistan konusunda, İslam dünyasında Beyrûnî’nin izinde yürüyen başka bir kimse yoktur. Kronoloji alanında da konuyu Beyrûnî kadar geniş kapsamlı tarzda ele alan olmamıştır … Oysa, Beyrûnî’nin Hindistan üzerindeki kitabı ve yine büyük ölçüde El-Asâru’l-Bâkiye’si, İslam dünyasında başka örnekleriyle pek karşılaşılmayan tipten yapıtlardır.” Hint dilini iyi bir şekilde öğrenip, Hint filozof, bilim adamı ve matematikçileriyle görüştüğünü ve onlarla bilgi alış verişinde bulunduğunu belirtmektedir.[20]Prof. Sachau yerden göğe kadar haklıdır. Örneğin çağdaşı ve kadirdânı İbni Sina, daha sonraları İmam Gazalî, çeşitli eserlerin Yunancadan veya İbranice yahut Sanskritçe ve Latinceden çevrilmesini beklerken, Birûnî o eserleri orijinal dillerinden tetkik etmekle meşguldü. Birunî’nin tespit edilen eserlerinin tam listesi eserin çevirisinin sonuna konulmuştur.

Yazara Ait Kitaplar