I Ekim 1912'de şair ve şaire bir anne-babanın evinde dünyaya gelen Gumilev, 15 Haziran 1992'de vefat
etti. Edebiyatçı bir ailenin çocuğuydu ve bu aile, Rusya'da 1910'lı yılların edebî akımına damgasını
vurmuştu. Savaş başladığı için babası bir süre sonra yüzbaşı rütbesiyle orduya çağırılacaktı. Anne Anna
Ahmetova Kırım'da Sivastopol'un dağlık bir kasabasında dünyaya gelmişti. 1890-1900 yılları kuşağı,
Anna Ahmetova'yı dünyanın en seçkin şaireleri arasına koymuştu. Geçmişin "yokolmakta olan"
kültürü, Gumilev'in henüz çocukluk yıllarında ilgisini çekiyor, bu kültürün kaybolmaya yüz tutmasını
görmek ise, onu üzüyordu. 1918 Ekim ihtilalinden sonraki genel tutumun neticesinde, 1921'de baba
Nikolai'ın kurşuna izilmesi, küçük çocuğun dünyasını karartmıştı. 1930'larda ise, artık kampını seçmiş;
Bolşevik rejimiyle uyuşamayacağını çok iyi anlamıştı.
1917'den 1929'a kadar olan çocukluk ve gençlik yılları, Tver şehri yakınlarındaki Slepnev'de,
babaannesinin evinde geçiren Gumilev, tarihî kitapların yanı sıra H. Emar, Mayne Reid, A. Dumas gibi
klasikleri okuyarak büyüdü.
1930'da üniversite kapısını aralamak için kolları sıvadı fakat müracaatı reddedildi. Zâdegân bir ailenin
çocuğu olması hasebiyle, sosyal düzene ayak uydurma kabiliyetine sahip olmadığı gösterilmişti
gerekçe olarak. Çaresiz, ekmek parasını çıkarabilmek için Leningrad'da bir tramvay-transport
deposuna işçi olarak girdi. Burada onu çok sevmişlerdi. Bir süre sonra işçi bulma kurumu vasıtasıyla
Sovyetler Jeoloji Enstitüsü'nün jeolojik araştırmalar bölümünde boş bir iş buldu.
Kıtlık yıllarının yaşandığı bu dönemde Rusya'nın ta öbür ucunda yaşayan Türk halklarının bakiyeleriyle
yüz yüze geleceği bir imkân yakaladı ve Sayan eteklerine işçi olarak gönderildi. Burada gördüğü şeyler,
yerli halkla ilgili müşahedeleri, kitaplarda okuduklarına hiç benzemiyordu. Bu işçilik günlerini, 1931
yazında Pamir'de yine işçi olarak geçireceği günler izleyecekti. Pamir günlerinin ona bir faydası da
olmuş ve Tacik ve Kırgızların dillerini öğrenmişti. Basmacı ne demek, burada duymuş; İsmaili
mezhebine mensup insanlarla tanışmanın yollarını aramış; tarikat şeyhleri, dervişler, sufiler, kanun
kaçakları ve maceraperestleri hep burada tanımıştı. Bir sonraki sezonluk işi Kırım'da yapılacak
arkeolojik kazı ekibindeydi.
1934'da 22 yaşına bastığında şans yüzüne güler gibi olmuş ve Leningrad Üniversitesi Şarkiyat
Enstitüsü'ne öğrenci olarak kabul edilmişti. Fakültenin başında Y. Tarle, V. Struve gibi zamanın en
gözde tarihçileri vardı. Artık onu toplumun bir üyesi olarak kabul ediyorlardı ve istediği entellektüel
çevreye girebilmişti. Genç tarihçinin sevinci yarıda kalacak ve bir aile ortamında geçen sohbet
sırasında sarf edilen sözlerden dolayı, bir muhbirin ifşasıyla tutuklanacaktı. Neyse ki anne A.
Ahmetova'nın resmî mercilere yaptığı müracaat üzerine, yeterli delil olmaması sebebiyle, serbest
bırakılacaktı ama fakülte kapısı yüzüne kapanacak, yine sokaklarda iş aramak mecburiyetinde
kalacaktı. Kısa süre sonra aradığı işi bulmuştu da: Üniversitenin şarkiyat bölümünde işçi olarak
çalışacak; boş zamanlarında ise, yeni çıkan neşriyatı takip edebilecekti. O sıralar ilgi alanı Eski
Türkler'di. Rusya'nın en önde gelen şarkiyatçısı V. Struve, yerini dolduracak gençler arıyordu ve bu
yüzden -sürgün kamplarında olduğu yıllarda dahi- Gumilev’e yardım elini uzatmış, yeniden öğrenciliğe
kabul edilmesi için dilekçesini yazmasına yardımcı olmuştu.
Nihayet 1937'de üniversiteye tekrar kabul edildi. Artık sık sık eski Rus tarihiyle, Sibirya ve
Moğolistan'ın eski Türk halkları üzerinde uzman olan profesör B. Grekoff ve S. Maloff'un karşısına
elinde bir takım belgelerle çıkıyor, onlarla tartışıyordu. Ama şanssızlık paçasından yakalamıştı onu bir
defa. Yine bir ihbar, yine bir tutuklanma ve beş yıl tecrit cezası. Önce cezasını çekmesi için
Belomorkanal'a gönderilmiş, sonra suçunun (!) ağır olmadığı göz önünde bulundurularak, kampının
değiştirilmesi kararlaştırılmıştı. Böylece Norilsk maden ocaklarında zorunlu çalışmaya tabi tutulan
genç ve bahtsız tarihçi, dişini dişine basıp, verilen ağır işleri becermeye çalışıyordu.
1943'de tutukluluk süresi bitmişti. Ama savaş patladığı için hemen askere alınmış ve sakıncalı olması
hasebiyle de, ön cephede Belorus'a gönderilmişti. Elbe Nehri'ni kurşun yağmuru altında aşmayı
başararak, Berlin'e kadar gitmiş; orada yakılıp, yıkılmış Alman şehirlerini, tarihî harabeleri görmüştü.
1945'de tekrar üniversite yolu görünmüştü. Genç Gumilev, on devlet üniversite giriş imtihanlarına
girmiş ve Fransızca, Almanca, eski Türkçe ve Latince bildiği, Hun ve eski Moğol medeniyet tarihi
konusunda ihtisas sahibi olduğu için üniversiteye kabul edilmesine karar verilmişti. 1946'da Leningrad
Üniversitesi, Şarkiyat Enstitüsü'nün burs imtihanlarını başarıyla vermişti. Bu defa, bilâhare Ermitaj
Müzesi müdürü olacak olan Mihail İllarionoviç Artamonoff'un himayesindeydi ve onunla birlikte
Ukrayna ve Gürcistan'da yapılan arkeolojik çalışmalara katıldı. Bunu, Sibirya'da yapılan çalışmalar
takip etti ve Gumilev, üstadı Artamonoff'la birlikte ilk kez "eski Türk höyüklerini" inceleme imkanı
buldu.
Bir yandan eski Slavyan kültürüyle de uğraşması, Gumilev’in başına iş açacak ve zamanın meşhur
slavist akedemisyenleri V. Paşuto ile B. Rıbakoff'la polemiğe girecekti. Daha da kötüsü, Artamonoff'un
onun etnogenez tezine karşı çıkanlar arasına girmesi, bu iki dostun yollarının ayrılmasına yol açacaktı.
1946'da aleyhinde düzenlenen bir raporla hem bursu kesildi, hem de arkeoloji ekibinden kovuldu.
Yalvar yakar Leningrad psikoterapi hastanesi kütüphanesinde bir iş bulmaya muvaffak oldu ve hastane
yönetimi iyi niyet göstererek, akademik tezi "Eski Türkler" konusunda kendisine destek çıktı. Üç yıl
süren bu zorlu mücadeleden sonra nihayet, 36 yaşında öğrenim kapısını yeniden aralayabilmişti.
1948'de hayatının yeni bir safhasına başlayan Gumilëv, uzman tarihçi olarak S. Rudenko'nun
Altaylar'da görev yapacak olan arkeoloji-etnografya heyetine katılma hakkını elde etti. Pazırık'ta
yapılan kazılarda "İskit vahşi hayvan figürlerini" bulan ekipte olması Gumilev’e dünya çapında bir
şöhret kazandırdı. Çünkü o sıralar, Maya ve Aztek kültürlerini keşfeden Avrupa ve Amerika'da, Avrasya
bozkırının altın mirasına karşı hararetli bir ilgi vardı. 1949'da Tüyuk-Mezar'da bulunan savaşçı
heykelleri üzerine yazdığı makalelerle, eski Türk ve Moğol yaylarıyla ilgili makalesi dergilerde
yayınlandığı bir sırada soluğu tekrar tutuklama kampında aldı
7 Eylül 1948'de, Altaylarda faaliyet gösteren heyetteki çalışmalarını sürdürürken, bir kez daha
tutuklandı. Ama bu defa, yıllar sonra kendisinin de belirteceği gibi, "annesi yüzünden" tutuklanmıştı.
1935'de kendisi, 1918'de babası, 1948'de ise annesi yüzünden ellerine kelepçe geçirilmişti. Ne var ki,
bu sonuncu tutuklamanın faturası ağır kesildi : IO yıl! İşlenen suç da büyüktü: "Devrim aleyhtarı
faaliyet göstermek"! Annesi Anna Ahmetova, bu münasebetle şu mısraları karalayacaktı:
Kocası mezarda,
Oğlu damlarda,
Dua edin bana!
İlk durak Karaganda'ydı. Neyse, teselli bulması için zamanın bazı ünlü akedemisyenlerini de aynı
kampta görmesi, belki de yeterli bir sebepti. Aleksandr Leonidoviç Çihevski bile onunla aynı
kamptaydı. İkinci durak, Sayan yakınlarındaki Kuzbası (Kuşbaşı), üçüncü durak, daha önce
Dostoyevski'nin çile doldurduğu Omsk hapishanesiydi..
1956'da ağır bir hastalığa yakalandığı sırada -ki artık 44 yaşındaydı- Stalin'in çıkardığı "Çocuk
ebeveynin suçundan sorumlu değildir" genelgesiyle serbest bırakılarak, Petrograd'a döndü. Eski dostu
Artamonoff burada onu güler yüzle karşılayıp hemen kütüphanede iş verdi. Ayrıca kütüphane
bütçesinden doktora tezini tamamlaması için cüzi bir ödenek ayrıldı. Sıkı bir çalışma sonunda nihayet
"Eski Türkler" adlı doktora tezi yayınlandı. Üniversite camiasında hayli yankı uyandıran bu eseri
sayesinde, o güne kadar itilip kakılan Gumilëv, tekrar birinci derecede ilgi odağı olmuştu. Leningrad
Üniversitesi rektorü, Gumilev’i fakültede işe aldı ve böylece 1986 yılına kadar istikrarlı bir çalışma
hayatı başladı. 1986'da artık yaşlandığı bahanesiyle emekliye sevk edildi. Bir zamanlar çok genç,
ondan sonra rejim muhalifi olduğu iddiasıyla yüzüne kapanan üniversite kapısı, şimdi de yaşlı olduğu
bahanesiyle kapanıyordu. Bu olayın arkasında bir takım politik sebepler yattığını bilen Gumilev,
vakitsiz emekli edilmesine hayli içerlemişti.
Üniversitede resmi çalışma saatleri içinde bulunma fırsatı yakalayamadığı ve dinleyicileriyle
buluşamadığı için verilen profesörlük ünvanını kullanma fırsatı dahi olmamıştı. Sadece 1966'dan 86'ya
kadar coğrafya fakültesinde okutman olarak görev yapmasına izin verilmişti ama o, kendisini
ordinaryüs profesör olarak isimlendiriyordu. Çünkü o derse girdiği zaman bütün üniversiteliler anfiyi
dolduruyor, hatta okulda çalışan müstahdemlerden başka, sokaktaki insanlar dahi onu dinlemeye
geliyorlardı. Her yıl üniversiteler açılırken, televizyonda açış konuşmasını yapma hakkı, "üstad-ı azam"
olarak, onundu...
Gumilëv'un akademik çalışmaları birbirini takip ediyordu: Hunlar, Eski Türkler, Çindeki Hunlar, Hazarın
Keşfi, Etnogenez, Hazar Çevresinde Bin Yıl, Eski Ruslar ve Büyük Bozkır, Rusiden Rossyaya, Muhayyel
Hükümdarlığın İzinde, Sarı Haçlı Seferi veya İblis Nesli Efsanesi, Son ve Yeniden Başlangıç, Avrasya
Trajedisi, Etnos, Tarih ve Kültürler, yerli ve yabancı ilmi dergilerde yayınlanmış yüzlerce makale.
L.N. Gumilëv'a aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birçok ülkeden konferans vermesi için teklifler
gelmiş fakat baştaki yönetim tarafından yurtdışına çıkışı yasaklandığı için bu davetlere katılamamıştır.
Yazarın hanımından hiç çocuğu olmadı fakat o bundan dolayı üzgün değildi. Her fırsatta, yazdığı
kitapları göstererek, "benim çocuklarım da bunlar" diyordu. Nihayet 1992 ortalarında gözlerini hayata
yumdu. Ölümünden sonra sevenleri ve hayranları bir araya gelerek, bu filozof tarihçinin anısını
yaşatmak için, "Gumilev Dünyası Vakfı" adı altında bir vakıf kurup, bütün eserlerini külliyat halinde
yeniden yayınladılar. Gumilëv, aynı zamanda iyi bir şair ve çok iyi bir mütercimdi.
Gumilev’in eserlerinin dokuzu A. Ahsen Batur tarafından Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır.